Deprem- Muhammed Ahmedizade
- Gitme oğlum. Son dönem sınavlarındasın. Yavrum okulun bitmek üzere.
İki gündür içi rahat değildi ama. Duyduğu haberlerden geceyi uyuyamamıştı. Ne yapsaydı da huzurunu bir türlü bulamıyordu. Evde normal hayatını yaşarken toprak altında can vermek üzere olan insanları düşünmek onu suçlu hissettiriyordu. Nasıl rahat olabilirdi ki? Böyle bir felakete nasıl bir seyirci kalabilirdi?
- Yapamam anne, belki gidip birilerini kurtarabilirim. Sen sınavlarımı merak etme. Hocalar durumun farkında olurlar. Kesin anlayışlı davranırlar. Benim için bir sınav daha yapacaklarından eminim.
Namazını kıldı. Hemen bir köşeye geçip kitabını eline aldı.
“Keşke öfkeni kontrol etseydin” diye hücre arkadaşı onunla konuşmasını sürdürdü.
- Ama bir an öyle sinirlendim ki artık kendimi tutamadım. Ağzımdan çıkan laflara engel olamadım ve hiç bir şey düşünmeden o akılsız herifin kafasını otobüsün camına dayadım. İstedim ki gözleri çukurlarından dışarı fırlayıp otobüs camına yapışsın ve yol kenarındaki evleri birer birer görsün.
Keşke o an Kafasını cama daha sert çarpbilseydim ki içinde bir deprem oluşsaydı. O depremin sarsıntıları onu uyandırbilseydi ve gördüğü evlerin toprak duvarlarından dökülen yoksulluğun asıl sebebi onun gibi birilerinin taşa dönmüş kafaları yüzünden olduğunu farkedebilseydi.
- Kardeşim, bazı taşlar o kadar sertler ki onları kırmak bizim işimiz değil. Etrafımızdaki bu taşlar küçük görünüyorlar ama onların kökleri cehaletin ta derin noktasına kadar uzar. İşte bu yüzden yerlerinden oynatmak o kadar da çok rahat değil. Senin ki gibi birileri de bu işe kalkıştığında kendilerini hapiste buluyorlar.
İçinden bir oh çekti ve mahkeme kararının verdiği altı ay hapis cezasını tekrar hatırladı. Kafasını hücre duvarına yasladı. Elindeki “Bayatılar” kitabını gözünün önüne kadar kaldırıp okudu:
Ay dağlar sende gözüm var
Ay bende derde çözüm var
Haber verin yar gelsin
Ay yüreğimde sözüm var
Yardıma koştuğu köylerde ev yıkıntılarını görmek duygularını yeterince incitmişti. Toprağın içinden eşini çocuğunu arayıp duran köylülerin ağlama sesleri her zaman kulaklarının içinde dolaşıyordu.
Yirmi gün boyunca kurtarıcı ekiple çalışmaktan sonra artık eve dönebilecekti. İlk yardımlar yapılmıştı. Depremzedelerin çoğu çadırlara yerleştirilmişti.
Bulunduğu bölge tam dağların ortasındaydı. Deprem dağ yollarının çoğunu tahrip etmişti. Eve dönmek için ana caddeye ulaşması gerekiyordu.
Ekibin dağ jiplerinden biri iki saatti aşkın yolculuktan sonra ana caddeye ulaştı. Dağın tahrip olmuş yollarında yolculuk bayağı yorucuydu. Jip onu cadde kenarına bırakıp geldiği yere döndü.
Akşam olmuştu ve uçsuz bucaksız bir caddenin kenarında tek başına duruyordu. Durmaları umuduyla otobüsleri her gördüğünde el hareketi yapıyordu. Önünden hızla geçip giden otobüsleri izlerken geceyi orada tek başına kaldığı kabusu tüm vücudunu bürüdü ve içindeki tedirginliğini git gide arttırdı . Sonunda onu uzaktan fark eden bir otobüs yavaş yavaş hızını azaltıp yanında durdu. Sevinçten bütün yorgunluğun unuttu.
Hemen kapıyı açıp otobüse bindi. Arka sıralarda boş bir koltuk vardı. Yanında oturana merhaba dedi ve koltuğuna yerleşti.
Cam kenarında oturan adam bir elinde tesbihini çevirip hafifçe dualar okuyordu. Diğer eliyle sürekli uzun sakalını okşuyordu.
“Amele misin?” diye ondan sordu.
Üstünü tozlu topraklı görünce onun inşaatta çalışan biri olduğunu sanmıştı.
- Hayır hocam. Deprem olan yerlerden geliyorum. Kurtarıcı ekiptenim.
O kadar yorgundu ki artık tek kelime etmeye bile hali kalmamıştı. Hemen başını koltuğuna koyup uyudu.
- Kardeşim, o adamın seni öyle rahat bırakacağını mı sandın? Sen çarparsın kafasını otobüsün camına, o da arar itini kurdunu. Onun Kafasını cama vururken biraz da kendi kafanı çalıştırsaydın bari. Otobüs otogara yetiştiği an yakalanıp içeri atılacağını daha önceden anlamalıydın, kardeşim.
- Ama benim için şu altı ay hapis cezası çok da önemi yok. Biliyor musun bana asıl zor gelen şey nedir?
- Nedir?
- Mahkemenin dine hakaretten ve din adamına yaptığım ihanetten beni suçlamasıydı. Oysa ben inançlı biriyim ve beni deprem olan yerlere de götüren o inancımdı.
- Kardeşim. Kendin de iyi biliyorsun ki şimdi her şey ve herkes onun gibi insanların elinde.
Elindeki kitabının sayfasını çevirip yine okudu:
Avcı vurma yaralıyım
Ben bu dağın maralıyım
Gurbete derde katlanırım
Aşığım ben buralıyım
Tesbih tanelerinin çık çık sesinden uyandı. Adam hala tesbihini çevirip fısıldayarak dualar okurdu.
“Şehre çok mu var, hocam?” diye ondan sordu.
Yan koltuktaki adam dedi:
- Daha yolun yarısındayız.
Konuşmak isteyen ve onun nereden geldiğini merak eden adam sordu:
- Deprem olan yerden geliyorsun, öyle değil mi?
- Evet hocam.
Adam bacak bacak üstüne attı. Çenesinden başlayıp uzun sakalının ta ucuna kadar bir kaç kere okşadı. Sonra konuşmasına devam etti:
- Evladım, deprem Allah'ın gazabının bir işaretidir. İnsanların fısk-u fücuru çoğalırsa yüce Allah'ımız gazaplanır. Kesinlikle gördüğün o depremlerin olduğu yerlerde insanlar büyük günahlar işlemişler ve Allah'ımızın onlara gönderdiği belayı hak etmişler.
Bu sözleri duyduğunda yine yoksul köylülerin yıkılan evleri gözünün önüne geldi. Yine yıkıntılarda çocuklarını arayan köylülerin feryatlarını duydu. İçindeki öfke alevlendi. Ateş dalgaları dışarı çıkmak istiyorlardı. Artık kendini tutamadı ve...
- Alo, anne
- sen misin yavrum?
- Evet, anne.
- Peki gecenin bu geç saatinde neredesin?
- Karakoldayım anne.