Devrim Tatili- Muhammed Ahmedizade

1977 yılında tam da benim beşinci sınıfa başladığım günlerin içinde İran islam devriminin davulları yavaş yavaş çalmaya başladı. Okul Tebriz'in Şah Abad adlı fakir mahallelerinin birinde bulunuyordu. Kocaman giriş kapısının üzerindeki tabelada yazıyordu:

“ Şerbetzade İlköğretim Okulu”

Sabiri Öğretmen kel kafasıyla sınıfa ilk girdiği an, ne kadar farklı ve değişik biri olduğunu herkes iyice anladı. Hemen hemen bütün sınıfla samimileşip az bir süre içinde herkesin gönül kapısını açmayı başardı. Sanki o parlak kafasından sınıfın her köşe bucağına içtenlik ışığını saçıyordu. Bugüne kadar rastladığım öğretmenlerimin çoğunu unutsam da Sabiri öğretmenimi unutmam mümkün değildi. Tabi ki bir insanın unutulmamasını sağlayan şey kel kafası ola bilmez ve hayatımdaki isimlerini unuttuğum bir çok  kel kişi de- öğretmenlerim de dahil- bunun kanıtı sayılır. Ama Sabiri öğretmenimin kafasındakı bulduğum kellik bambaşka bir hikayeydi.

O kafaydı bizi her gün neşelendiren ve dersleri eğlendirerek bizlere anlatan. Onun sayesinde yeni dünyaları keşfetmek mümkün olmuştu. Kendi anadilimizde Türkçe kitaplarını hayatımızda ilk kez o bize getirdi. Bizi tanımadığımız yazarların dünyasına götürdü.

Günün birinde kucağı dolu sınıfa girdi. Hepimiz için kitap getirmişti. Herkese Samet Behrengi'nin kitaplarından birer tane hediye verdi. “Yıldız ve Kargalar”da oldu benim kitabım.

Yaptığı bu işler nedeniyleydi ki sonunda hem kendi talihini değiştirdi hem sınıftaki bir çok kişinin. Derler ki her şeyin bir sonu var ama onunla geçirdiğimiz mutlu günlerin o kadar erken biteceği hiç aklımıza gelmezdi.

Okulun ikinci yarı yılı yeni başlamıştı. Şah kaçmıştı ve ülkeyi kimin yönettiği tam olarak belli değildi. Ortalık iyice karışmıştı. Kimileri sokakta öldürülüp kimileri ortalıktan kaybolurdu.

Anlaması çok zor değil aslında ama nedense hep devrim rüzgarları ilk başta yoksul mahallelerden başlar. Oranın erkenden gelen ve beklenmeyen bir ilkbaharında esmeye başlar. O soğuk sazağın darbesi önce oradaki ağaçların erken açan çiçeklerini etkiler sonra gidip zengin mahallelerde yön değiştirip ısınmaya başlar.

İşte o sazak Sabiri öğretmene de çarptı ve günün birinde ortalıktan yok oldu. Muhtemelen o da çoğu kişinin gittiği yere götürülmüştü. Yani “Arabın ney çaldığı yere”. Anlamını pek çok bilmiyorum ama bizim oralarda hapishanelerden söz açıldığında herkes oranın “Arabın ney çaldığı yer” olduğunu söyler.

Git gide sokak gösterileri ve silah sesleri artmaya başladı. Artık okulların güvenli olup olmadığından kimse emin değildi. Sonunda eğitim senesinin beş ay kalmasına rağmen okullar kapandı.

Ama okulun kapanıp devrim nedeniyle tatilin girmesi benim için yeni bir hayatın başlangıcı oldu.

Babam sıradan bir devlet memuruydu. Okullar kapandı ve sabahtan akşama dek  ev hanımı olan annem erkek çocuğuyla uğraşmaya mecbur kaldı. Ben ise durumdan baya memnundum ve önümde boşu boşuna harcalanacak bolca zamanın keyfini çıkarmaya hazırlanıyordum. Ama işler tam da benim beklediğim gibi yürümedi.

Birisi o çocuksu kafamda bir şeyler yerleştirip hayallerimin kulağına gizli bir hazinenin var olduğunu fısıldamıştı. Hazineye ulaşmam için de yol haritası olarak “Yıldız ve Kargalar” kitabını elime vermişti.

Kısa süre içinde yeni kitaplar ders kitaplarımla yer değiştirdi. Devrimin ilk karmaşık günleri sayesinde “Yıldız ve Konuşan Bebek”,”Küçük Kara Balık” gibi yeni basılan yasak kitapları buldum. Farça’da eğitim almıştım ve o güne kadar gördüğüm kitaplar hep o dilde olmuştu. Ama o günlerde “Sazımın Sözü”,”Anadili 1 ve 2” gibi kendi Türkçe dilimizde kitaplar elime geçti.

Ortalık fena karışmıştı. Sokakta evlerin dış duvarlarının üzerini sağcısı solcusu sloganlar süslemişti. Akla gelen her türlü kitap basılıp, Din hocaları ve kafaya göre çeşitli ve rengarenk halk kahramanlarının fotoğrafları dağıtılırdı.

Babam İran Türklerinin en sevdiği din hocası Şariyetmedari’nin güler yüzlü renkli bir fotoğrafını çerçeveleyip duvara asmıştı. Tam onun karşı duvarına Samet Behrengi’nin siyah beyaz büyük bir resmini bulup yapıştırdım.

Artık devrim alevleri ülkenin dört bir yanını sarmıştı. Ama bendeki devrimin ateşi daha önceden Sabiri öğretmenin kel kafasından saçan ışıklar sayesinde  yakılmıştı. Dışarıdaki devrimin armağan ettiği tatil içimdeki her şeyin iyice alevlenmesine gereken fırsatı kazandırmıştı.

Kendi dünyamda özgürce dolaşıyordum. Ne Dersten haber vardı ne ödevden. Cep harçlığımı toplayıp yeni basılan kitapları alıyordum. Okuduğum kitapları mahallede tezgah üstünde satıp yenilerini almaya gereken parayı bulurdum.

Sonra günün birinde mahalle arkadaşlarım Cafer, Nadir, Cemşit ve Muhammedrıza ile birlikte bir kütüphane kurmaya karar verdik. içimizde bir az büyük olanı Cemşit tatilde ufak tefek para kazanmak için ev garajlarını küçük bir bakkal dükkanına dönüştürüp ıvır zıvır satıyordu. Cemşit’i ikna edip  kütüphanemize en uygun yer onun dükkanını düşündük.

Herkes emanet olarak kendi kitaplarını kütüphaneye bıraktı. Birbirlerine karışmasın diye getirdiğimiz kitapların üzerinde ismilerimizi yazdık.

Yıllar geçti ama ben hala kendime ait olanlardan Samet'in kitaplarını saklamışım ve hala “ Bir günlük düş ve gerçek” kitabı kitaplığımda duruyor. Kapağının üzerindeki “bu kitap Muhammedrıza'ya aittir” yazısı hep dikkat çeker. Özellikle karalanmış olan “Muhammedrıza” nın adı ve onun tam altında bulunan “Muhammed” yazısı evimize gelen misafirleri ilgilendirir. Hatırladığım kadarıyla Muhammedrıza benim kitabıma sahip olmak istemişti ama becerememişti. Çocukluk işte.

Neyse Cemşıt'in bakkal dükkanı bizim mahallenin ilk kütüphanesi oldu.

Ama ne yazık ki devrim sürecinde her şeyden şüphelenen aileler mahallemizin o ilk kütüphanesini kapattılar. Cemşit eski işine geri döndü ve kendi mahalle arkadaşlarına abur cubur satmasını devam ettirdi.

Muhammedrıza sokak çatışmalarında kurşun yedi.

Hepimizin ailesi fakirdi. Durumları herkesten daha da kötü olan Cafer amelelik işlerinde yardım etmek için babasına katıldı.

Cemşit'in babası devrim suyunun hangi yöne aktığını iyi anlamıştı ve git gide ekonomi durumları iyileşiyordu. Cemşit Tebriz’in kapalı çarşısının içinde bulunan Sadıkıye camisinde bir tarikat grubunun eğitim kurslarına katılmıştı. Benden de kursa katılmamı istedi. Gitmek istemememe rağmen sonunda ikna etmeyi başardı. Topladığım 25 Tümen parayla kapalı çarşının içinde bir kitabevinden tarikatın tavsiye ettiği dini kitaplarını alıp kurslarına katıldım. Ama bu iş bir haftadan fazla sürmedi. Sonunda tüm bu oyunlarımdan habersiz babam benim gün boyunca nerede olduğumu merak edip izimi kapalı çarşıda bulmuştu. Hemen kulağımdan çekip  kitap evine kadar sürüdü. Kitapları iade etti ve suratıma iki şaplak yapıştırıp o kurslara gitmemi yasakladı.

Nadir'e gelince, babası solcuydu ve Tude adlı bir partinin üyesiydi. Devrimin dini liderinin fetvası ardından bir gecede tüm solcular tutuklanıp kısa süre içinde binlerce kişi idam edildi. Nadirin babası da o kişilerden biriydi. O üzücü olaydan sonra Nadir'in başına gelenlerden hiç haberim olmadı.

İşte biz devrim çocukları o tatil günlerinin yabancı otları olduk. Ama ot yabancı olsa bile yine de güneşe doğru büyür ve benim de güneşim Sabiri öğretmenimin parlak kafasıydı.

Share/Save/Bookmark